TOKSİNLERİ VÜCUDUNUZDAN UZAKLAŞTIRIN
Dr. Michael Colgan tarafından ele alınan bir makalenin tercümesine aşağıda yer verilmiştir.
Çevrede mevcut toksinlerin vücudumuza girmesi
Çevre koruma ajansı (EPA)’na kayıtlı olan yaklaşık 34 bin tarım ilacı ve böcek öldürücü madde bulunmaktadır. Buna ek olarak yaklaşık 66 bin civarında ticari olarak bulunan kimyasal mevcut. Bu 100 bin toksinden, Amerika’da senede % 25’i kullanılmaktadır. Yani günlük hayatımızda her yerdeler.
Amerika Gıda Tedariğinde sürekli bulunan Toksik kimyasallar adlı kapsamlı bir raporda, toksinlerin tüm gıda gruplarında ve ev ürünlerinde bulunduğu belirtilmiştir. Bu rapor, sertifikalı organik gıdalarda bu toksinlerin çok daha az bulunduğuna dair kanıtları da ortaya koymaktadır. Elbette, halkın büyük çoğunluğu, organik gıdalar tüketmemekte ve bir şekilde çevresel toksinlerden kaynaklanan yoğun bir toksin yüküne maruz kalmaktadırlar. Bir bir bakıldığında, her bir toksin genel olarak yetkililerin öngördüğü zarar verici seviyelerin altındadır. Ancak, toplamda bakıldığında zehirleyici olmaktadırlar. Bu toksinler arasında kahvaltı gevrekleri, etler, konserveler, diş macunu, şampuan, sabun, parfüm, deodorant, saç boyası, temizlik ürünleri, gazete, magazinler, egzos dumanı, halı, duvar kağıdı, boyalar, mobilyalar hatta kuru temizleme bulunmaktadır.
Bu toksinler vücudun günlük olarak detoksifiye edebileceği miktarlardan fazla olduğunda vücutta birikmeye başlar. Araştırmalar, ortalama bir insanın vücudundan birikmiş olan toksinlerin sayısının 40 ile 80 arasında olduğunu ortaya koymaktadır. Bu kimyasallar vücudun koruyucu bir tepkisi sonucu deri altımızda bulunan yağ hücrelerinde, karaciğer ve böbrekleri saran yağlarda ve tiroid ile böbrek üstü bezlerinde depolanmaktadır. Bu toksinlerin özellikle beyin ve omurilikte bulunan yağ dokularında birikmesi durumunda daha toksik bir durum oluşur.
Biriken Toksin miktarı arttıkça, doku ve organlar fonksiyonlarını kaybetmektedirler. Bu miktar vücudun nötralize edebileceğinden ve vücuttan atabileceğinden daha fazla miktara ulaştığında, vücut dolaşımından uzak tutulabilmesi için vücut yağı miktarı artar. Çok sayıda insan daha fazla gıda tüketme ihtiyacı hisseder. Böylelikle vücut yağı biriken toksinlerin bazıları organlardan çekilerek kişinin kendini daha iyi hissetmesini sağlar. Yine de, artan yağ, toksinlerin kan dolaşımına kaçmasını engellemez. Birey, böylelikle bir miktar yada yoğun miktarda toksine maruz kalır ve kronik hasta durumunda olur.
İnsan toksilojisinde ortaya konulan bu net bulgulara karşın, çoğu insan bu kimyasalların engellenmesi için herhangi bir efor sarf etmemektedir. Gıda yönetmeliklerinde belirtilen tolere edilebilen maksimum miktar ibareleri kişilerin güvenli limit olarak algılaması gibi bir karışıklığa yol açmaktadır. Halbuki bu limitler, her toksinin biri için belirtilen miktarlardır. 40 ile 80 arasında toksinle biraraya geldiğinde ortaya çıkan etkileri ile ilgili herhangi bir bilgi sunmaz.
Maruz kaldığımız toksinlerin azaltılması yada önlenmesi ve yahut vücudun düzenli bir şekilde detoksifiye edilmesi ile ilgili bilinçli olarak bir seçim yapmadığımız sürece, vücudumuz bu yüke maruz kalmaktadır. Çevre koruma örgütünün bir çalışmasında, sadece yediklerimizden kaynaklanan günlük biriken toksik miktarının, günlük maksimum güvenli miktarın % 500 ‘üne oluşturabilmektedir.
Alkali Gıda Tüketimi
Toksinlerin vücutta oluşturduğu yüklerin azaltılması için atılacak ilk adım alkali gıdalar tüketmektir. PH ifadesi Power of Hydrogen yani Hidrojen gücünden gelmektedir. Bir solüsyondaki hidrojen iyonu konsantrasyonunu belirler. PH cetveli 0 ile 14 arasındadır. 7 Ph seviyesinde olan bir solüsyon nötrdür. Saf suyun PH’ı 7’dir. 7 PH’ının üstü alkali iken, altı asidiktir. Depremlerde kullanılan Richter ölçümü gibi, PH ölçümü de logaritmiktir. Yani her bir numara bir üstteki yada altındaki rakamdan 10 kat daha yüksek yada alçaktır. Yani, PH’ı 5 olan bir madde PH’ı 6 olan bir maddeden 10 kat daha asidiktir. Optimum insan kanı ise alkalidir ve PH’ı 7.35 ile 7.45 arasında değişmektedir. Kan, işlevini en iyi şekilde yerine getirmesi için alkali seviyede olacak şekilde tasarlanmıştır.
Tarımcılık öncesi çok eski beslenme şekilleri de alkalidir. Bu tasarım DNA için de geçerlidir. Kanın tüm oksijeni taşıyabilmesi sadece bu PH seviyelerinde mümkün olur. Kanın PH’ı 7’nin altına düştüğünde, asidik hale gelir ve oksijen taşıma kapasitesi düşmeye başlar. Azalan oksijenle birlikte, kanın detoksifiye kapasitesi de düşer.
İnsanlık, alkali beslenmeyi tarımcılığın yaklaşık 11 bin yıl önce başlamasıyla birlikte yavaş yavaş kaybetmiştir. Çiftçilik ile birlikte tahıl, süt ürünleri ve yoğun asidik işlenmiş gıdalar günümüzün süpermarketlerini işgal etmiştir. Optimum kan PH’ının korunması, süpermarketlerde satılan gıdaların oluşturduğu bir beslenme ile mümkün değildir. Ortalama bir Amerikalının kan seviyesinin asidik olması bir sürpriz değildir. 6.5 ile 6.7 arasında bir PH durumu söz konusudur. Mide asidini giderici ilaçların yıllık 7 milyar dolarlık bir ciroya ulaşması ve bu rakamın artması da bunun bir sonucu olarak görülebilir. Eğer alkali beslenilirse, bu mide asidini giderici ilaçlara gereksinim olmayacaktır.
Mide ekşimesinden daha kötüsü de, kronik asititedir. Bu durum beyine, kaslara ve organlara oksijen akışını azaltır ve kemiklerden kalsiyum ve magnezyumun eksilmesine sebep olur. Aynı zamanda, kalıcı olarak vücudun detoksifiye sistemi olan böbrek ve karaciğerin işleyişini kısıtlar. Bu durum, insanda hızlı bir şekilde kalıcı tahribata yol açar (örnek olarak Parkinson yada Alzehimer hastalıkları).
En bilindik soda markaları bunlara diyet sodaları da dahil, PH’ı 2.5 ile 3.5 arasındadır. Yani çok asidiktirler. Okulda kimya derslerinde yapılan deneylerde olduğu gibi demir bir çiviyi kola içinde tuttuğunuzda bile zamanla çözülmeye başlar. Soda gibi bir ortamda, hiçbir balık yaşayamaz. Kanın soda gibi asidik bir seviyede olması durumunda yine hiçbir insan yaşayamaz.
PH değerlerinde, gıdanın sindirilmesi sonrası oluşan net sonuçlar baz alınmalıdır. Bu PH değeri bir anlamda tüketim sonrası bırakılan kül gibidir.
Alkali beslenmede de önemli olan, tüketim sonrası oluşan bu külün, alkali mi yoksa asidik mi oluşudur. Kan PH seviyesinin optimum (7.35 ile 7.45 arası) muhafaza edilmesi için, yediğimiz gıdaların % 80’inin alkali kül oluşturması gerekmektedir.
Eğer organik gıdalar tüketilirse, aynı zamanda aşırı toksinlerin vücudumuza girmesi de engellenerek ikinci bir iş başarılmış olacaktır. Tahmin ediyorum ki 30 günlük alkali diyetinde bile, daha iyi hissedecek, hareket edecek, düşünecek ve vücudunuzun detoksifiye sistemlerinin daha sağlıklı bir şekilde işlevlerini yerine getirmesi sağlanacaktır.
Toksinlerin uzaklaştırılması
Biriken toksinlerin insan vücudundan uzaklaştırıldığı iddia edilen sayısız alternatif sağlık ürünleri ve uygulamalar bulunmaktadır. Ancak, bu konuda inandırıcı verileri bulunan ürünler çok az sayıdadır. Biz sadece toksinlerin gastro-intestinal sistemden atılmasını değil aynı zamanda iltihapları da azalmasını ve böylelikle toksinlerin kanımızdan, organlardan ve beyinden karaciğer ve böbrek yoluyla atılmasını istiyoruz. Bu amacın gerçekleştirilmesi için, sadece mide bağırsak değil aynı zamanda böbrek ve karaciğer fonksiyonlarının da iyileştirilmesi gerekmektedir.
İlk ve en önemli madde sudur. Temel biokimya hepimizin elektriklenmiş sudan oluştuğumuz göstermektedir. Kemiklerimizin % 25’i, Kaslarımızın ve beynimizin % 75’i, kanımızın % 80’i, ciğerlerimizin ise % 90’ı sudur. Ortalama 72.5 kg ağırlığında az yağı olan biri yaklaşık 50 lt su bulundurmaktadır. Bu kişi ortalama 10 gün içinde bu suyun tamamını değiştirmelidir. Bu da yediği ve içtiklerinden günlük ortalama 5 lt su alması demektir.
Vücut yapısının en uygun olarak işlevlerini yerine getirmesi çok dar bir hidrasyon aralığında gerçekleşir. Kasların % 3 dehidre olması demek, gücünün % 10 tepki süresinin % 8 düşmesi demektir. Yani performans direkt olarak etkilenir.
1985 yılında ünlü spor bilimcisi David Costill ve arkadaşı tarafından Ball State Üniversitesinde yapılan ünlü bir çalışmada, bu durumu gösteren bulgular elde edilmiştir. Bu çalışmada % 2-3 civarı dehidre olan koşucuların, yaklaşık 2 kilo kaybettiği belirtilmiş ve 1500 metre, 5 km, 10 km’ler için yapılan testlerde performansın ciddi bir biçimde etkilendiği ortaya konmuştur. Örneğin, 10 km için, koşuların % 7 daha yavaş olduğu belirtilmiştir.
Şehir Sularının İçilmemesi
Sağlığına değer veren bir çok insan yedikleri ve vücuda aldıkları gıdalar konusunda son derece titiz olabilmektedir. Günümüzde birçok kişinin şehir şebekelerinden su içtiklerini görürüz. Şehir şebekelerinde genellikle 300 ile 500 ppm arasında atık bulunmaktadır. Su otoriteleri çeşme sularının temizlenmesi için gösterdikleri çaba yeterli olmamaktadır. Yapılan analizlerde, sularda gıdalarda yasaklanan seviyelerde böcek ilacı, benzin, tulen, kurşun ve diğer endüstriyel kimyasallara rastlanmaktadır. Ayrıca su otoriteleri suların iyileştirilmesi adına toksin etkileri olan maddeler eklemektedir. Bilinenleri arasında bakterilerin öldürülmesi için kullanılan klorin, ve durultma amacı ile kullanılan alüminyumdur. Örneğin alüminyum ile ilgili en bilinen örneklerden biri 1988 yılında İngiltere’nin Camelford bölgesinde şehir suyunda bulunan alüminyumdan ötürü oluşan beyin hasarıdır. Bu durum 100’ün üstünde kişide görülmüştür. 10 yıl sonra, yapılan detaylı testlerde, bu kişilerden 55’inde ciddi beyin hasarı tespit edilmiştir. Günümüzde sularda bulunan bu toksinler, mide ilaçlarında, deodorantlarda veya diş macunlarında da bulunmaktadır. Belki her bir toksin için belirlenen limitlerin altında olabilir. Ancak kümulatif olarak tüm toksinler ele alındığında ciddi bir tehlike oluşturmaktadır. New York Times’da yayınlanan önemli bir araştırmada su muamele sistemlerinin % 20’sinden fazlasında Güvenilir İçme Suyu Yönetmeliğine uygun olmayan durumlar olduğu tespit edilmiştir. Bu miktarda su 49 milyon insanı ilgilendirmektedir. Araştırmada öne çıkan toksinler ise arsenik, uranyum, tetrakloretilen ve bakterilerdir.
Şişelenmiş su: Görülmeyen taraf
Şişelenmiş suların birçok markası da temiz değildir. Tüketiciler etiketlerle yada reklamlarla aldatılmakta ve aldıkları sular bahçe borusundan gelen sudan bile daha saf olmamaktadır. Bazı kaynak sularına rağmen, şişelenmiş suların % 90’ından fazlası şehir suyundan ibaret olup, Karbon filtrelerle sadece biraz daha iyi tadı olmaktadır. 2008 yılında Amerika Çevre Çalışma Grubu tarafından yapılan kapsamlı bir çalışmada, ulusal boyutta en büyük markalardan 10’unun ciddi kimyasal atıklar içerdiği belirtilmiştir. Bu şişelenmiş sular ortalama olarak 8 atık içermekte olup bunlar arasında dezenfektanlar, kloroform, gübre, tolen ve sentetik kanserojenler bulunmaktadır.
Bu sular elbette insanları hemen hasta etmezler. Ancak beyine zarar verirler. İnsanlar tarafından üretilmiş herhangi bir toksin vücudumuza zarar verecektir. Ucuz musluk filtreleme sistemleri suyun temizlenmesini sağlamaz. Sadece kötü tadı engeller. En uygun çözüm ise suyun buharlaştırılması ile elde edilen sudur. Bu tür sistemler organik çözülmüş maddeleri uzaklaştıracaktır. Eğer bu uygun değilse, çok filtreli ters ozmotik sistemler yardımcı olabilir. Bu tür sistemler 300 dolar civarındadır ve en azından 30 ppm’in altında atık içeren su üretimini sağlar. Bu da şehir suyundan 12 kat daha temiz su demektir.
Kilin toksinleri uzaklaştırması
Doğru organik gıdalarla beslenmeniz yada temiz su kullanmanız, havadan, çeşitli yüzeylerden yada modern dünyada kullandığımız malzemelerden aldığımız toksinleri engellemez. Bu yüzden, vücudun ve beynin hayatımız için iyileştirilmesi adına, toksinlerin atılımında küçük ilave bir yardıma ihtiyaç duyarız. Kalsiyum ve magnezyum askorbatlar potansiyel olarak kurşun, civa, karbon monoksit, sülfür, benzin ve çeşitli kanserojen ve bakteriyel toksinlerin vücuttan arındırılmasnda doğal şelatörlerdir. Ancak, normal durumlarda bile günlük en az 1000 mg almak ve bunun yanında meyve ve sebzeden daha fazla almak gerekmektedir. Burada bu gerekliliğin her geçen gün daha fazla arttığı konusunda daha fazla bir şey bahsetmeyeceğim. Burada bahsetmek istediğim vücuttaki toksinlerin uzaklaştırılmasında 1000’ler yıldır uygulanan ve yakın zamanda yapılan sayısız moleküler bilim çalışmalarıyla birlikte tekrar gündeme oturmaya başlayan oldukça başarılı ve etkili bir çözümdür. Toksinlerin bir çoğunun vücuttan ve beyinden atılması tıbbi kil ile yapılabilmektedir. Burada eski uygulamaları cazip kılmaya çalışmıyorum. Yalnız yakın tarihli bir bilimsel çalışmadan alıntı yapacağım. Üzücü gerçek ise 20. Yüzyılda ilaçlar çok aşağılık bir şekilde tıbbi killerin kullanımını engellemiştir. İnsan yapımı ilaçlar daha iyi sonuç verdiği görülse de, ilaçların etkisinin oldukça sınırlı olduğu kanıtlanmıştır. Son on yıllarda özellikle moleküler bilimle, killer tekrar tedavi edici birleşimlerin kaynağı olarak itibar bulmaya başlamıştır. Pratik olarak medya tarafından farkına varılmasa da, killer çok ciddi bir çalışma alanını oluşturmaktadır.
Elbette tarihten te bahsetmek gerekmektedir. Çünkü killer daha önce olduğu gibi tekrar başlıca ilaçlardan olmaktadır. Eski Yunan doktoru kızıl Limni adası kilini kullanmıştır. Bu kil küçük kekimsi yapıda olan tanrıca Diana mühürlü ve terra sigilata adında bir kildi. Çağının en önemli doktorlarından biri olan Galen yine yaygınca kil kullanmıştır. Bu kil, geçmişte 19. Yüzyılın sonlarına kadar dünyada yaygın olarak zehirlerin uzaklaştırılmasında kullanılmış ve yine 19. Yüzyılın sonlarına kadar tıp farmakopesinde yer almıştır.
Günümüzde çok sayıda tedavi amaçlı killerin olması ve her geçen gün yeni isimlerin gündeme gelmesi, killerin tanımında bir karmaşaya yol açmaktadır. Günümüzde en yaygın olarak kulanılan kil ana birleşimi montmorillonit olan bentonittir. Bu kil, mikroskobik kristallerden oluşan çok yumuşak silikatlardan biridir. Limni adası kili bu tür killerdendir. Özellikle tıbbi fonksiyon açısından çok önemli bir özellik olan yapısının çok geniş bir yüzey oluşturmasıdr. İçindeki baskın elemente bağlı olarak kalsiyum, sodyum veya potasyum bentonit olarak isimlendirilirler.
Kilin en büyük avantajı, bağlanma özelliğidir. Bu özellik, kimyasal olarak çözünme ve başka bir kimyasalı emme şeklinde algılanmamalıdır. Bağlanma atom veya moleküllerinin kimyasal olarak bağlayıcının yüzeyine yapışarak ince bir tabaka oluşturmasıdır. Bentonit bu bağlamda çok iyidir. Çünkü çok güçlü negatif yük taşımaktadır. Çoğu toksinler güçlü pozitif yüke sahip olduğundan, elektromanyetik bir şekilde kil molekülüne çekilir. Yakın tarihli bilimsel çalışmalar bentonitin istenmeyen kimyasal maddelerin uzaklaştırılmasında insan tarafından üretilmiş herhangi bir maddeden çok daha iyi olduğunu ortaya koymuştur.
Kalsiyum bentonit kili, böcek ilaçlarınının, tarım ilaçlarının, mantar ve küflerin, hormon atıklarının, bakteri, virüs ve ağır metallerin uzaklaştırılmasında son derece etkilidir. O kadar etkilidir ki, bentonit günümüzde su kaynaklarının saflaştırılma işlemi de dahil binlerce endüstriyel işlemde kullanılmaktadır.
Elbette bu makale bentonitin faydalarını anlatmak için yazılmamıştır. Dolayısıyla, en iyisi bu duruma bir örnek vermek olabilir. Fıstıklarda yaygınca bulunan Aflatoksin küf mantarı ele alalım. Bu küf mantarı bilinen en kanserojen maddelerden birdir. Yapılan bir dizi çalışmada, bentonit ile beslenen hayvanların besinlerinde bulunan aflatoksinden tamamen koruduğu ve vücuttan uzaklaştırdığı ortaya konmuştur. Ayrıca yapılan aşama 1 ve 2 denemelerinde insan hastalarında da aynı etkiler gözlemlenmiş ve kil ile ilgili herhangi bir toksik bulguya rastlanmamıştır. Bir diğer önemli bulgu da, yapılan testlerde bentonitin insan vücudunda bulunan vitaminleri ve başlıca mineralleri etkilemediği görülmüştür. Yaygın olan toksik metallerin uzaklaştırılmasında tıpta kullanılan Edetat disodyum, EDTA gibi kimyasal şelatörlerde bu durumun aksine vitamin ve minerallerle özellikle de kalsiyumla etkileştiği ve eksikliğe sebep olduğu bilinmektedir. Bazı vakalarda özellikle de genç yaşta kişilerde, bu kimyasalların hastaların kandaki kalsiyum azalmasına bağlı olarak öldürebildiği belirtilmektedir.
Bentonitin zararlı etkileri yoktur. Gözlemlere göre tamamen zararsızdır. FDA listesinde genel olarak güvenli olarak belirtilmiştir. Amerikan hastanelerinde MRSA enfeksiyonları salgını görülmektedir. Antibiyotiklerin etki göstermediği durumlarda bentonit dahili ve harici olarak MRSA rahatsızlıklarını tedavi etmek amacıyla başarıyla kullanılmaktadır.
Bunun yanında tedavilerde tıbbi olarak sonuç alınamayan bir çok hastalıkta bentonit sonuç vermektedir. Bunlar arasında Candida, Irratabl bağırsak sendromu örnek olarak verilebilir. Bentonit hem ekonomikliği hem de toksik içermemesi sayesinde beyin fonksiyonlarında rahatlama sağlar. Günlük bir iki gram bentonit, saf su, askorbat süplemanları ve alkali diyeti ile birlikte kullanıldığında toksinlerin uzaklaştırılmasını sağlar.
Kaynak: http://colganprograms.wordpress.com/tag/bentonite-clay/